ölümü öldürelim

Sen değilken her hikaye güzeldir.

Sabah uyanınca buna şaşırmak gerekir. Bir mevsim önce uyuyanlar için sabah olmadı çünkü, zifir vaktinde yıldız yanarken, yağmur yağarken gün başladı, gül başladı, dün başladı. Bir kadın son nefesiyle çocuğuna sarıldı kaldı. Yollar iller diller kapandı, ben bu sarsıntı içinde bir lastik üzerinde tek ayak durdum, ben durdum ya, yer durmadı, bir şarkı gibi de değil üstelik, zehir gibi bile değil, hatta değil gibi bile değil.

İşte böyle bir sızıyla yaşadım biraz, duraktan göle gidinceye kadar bir sigara mesafesinde, gözlerimin altı çimen, nefesim kırık, çaresizce durdum öyle. Gidemezdim, gitmedim, elimi uzattım ancak, ellerim kadar varım hatırla, ama onlar da gitmedi, geçtiğim yollar yoktu çünkü, kırıldı yol.

İşte böyle şeyler, sabah erken uyanış, gece sabahı çıkarma. Kızının elini tutmuş adam bir yıkıntı başında. Babamı bıraktım oraya, keder topladı, ağladı, yazdı. Elimiz hala bizim elimiz, ancak yazarız işte baba oğul. Elimiz hayatta, solmamış daha. Gün soluk dün soluk ama el kanlı canlı. Kulak kirişte, bir sese can verilir, bir sese can yitilir. Üst üste birikmiş tepeleme insan, ne kahve ne su, çiçek bitmiş bir kederin başında.

Bir müddet evvel kitap kovalayan bir makinisttim, film oynatır, bilet keser, dağlara bakardım uzun uzun. Elimde şiirler çıktım evden, dağlar yarıldı, bir çocuğun babası vuruldu, balkonumundaki sarı ışıklar memleket beyazlar acı.

Sandım ki, insan hikayesiyle birlikte gider, biraz o şehir biraz bu insan, meğer hikaye gider insan kalırmış, insan talihi bir sünger, kalır gider ama alır gider. Vakit sözcük içre akar, kan da öyleymiş.

Sarı bir şehrin gözünde bekledim, yedi tepeli şehrin içinde bekledim, gri soluk beton şehirlerde bekledim, çağıldayan suların kalbine çizik attığı mecralarda, tepesi tozlu bulutlu mezralarda, ama bu, bu başka, yeryüzü altı binbir şehir, bu gece biri daha eklendi bin iki.

Sonu olmayan her şey öldürür. Bu da öyle bir hikaye.