kaybolmak


Bir sabah uyandım, Bastiani kalesindeki Drogo’ya dönüşmüş buldum kendimi, kalbimin kuytularına ulaşmak için bile dilekçe vermemi bekliyorlar. İnanması güç, tüm bu olanların; plakçaların köşesinde Venüs’ün altında tozlar içinde o kirli yatakta, kolum zarif bir güzelin karnında uyuyor ve uzun bir düş görüyor olduğumu düşünüyorum çoğu zaman. İlk baştaki uzun motosiklet seferleri bürokrasi ve boş lakırdının esiri oldu. Kim ilk bakışta yüksek ise şimdi o en fahiş. Dedemin topraklarına döndüğümde de bu yanılgı hiç şaşmamıştı, yenilgi yenilgi büyüyen bir yanılgı vardır efendim.

Turuncu devrim yaşanırken de düşmanıma tutulmuş, dostuma diş bilemiştim, zaman yine en müşfik keder gibi sardı, öğretti yanılgıyı. Ancak demir atmamalıyım, bu dar sine, bu hayal çığlıkları, bir rüyadan başka bir şey olamaz. Bir parça da ülkenin güneyine ruhumu bölmemeliyim.

Evet namuslu zamanlarda yetiştik ama geldim gördüm ki namusun esamesi okunmuyor. Herkes serzenişi kadar, yüreği kadar değil. Sabah akşam yüreğimi anlatıyorum, savruk ve şovenist bir gülüşün alem-i cihanı salak, kendini kurnaz buluşunun saçmalığına dolanıyorum. Sahi, o serin duvarı ve yağmuru bir daha göremeyecek miyim. Moskovalıların dahi hayran olduğu 850’lik kızıl gün batımı, ah ne özlüyorum balkondaki sigara kahve molalarını. Kederse keder, yağmursa yağmur. Ama bu kuruluk, hem ruhumu bölüyor hem hatıralarımı parçalıyor.

Hiç durmadan kendime kim olduğumu hatırlatmazsam, adımı, sesimi ve varoluşumu yitireceğim. Bu aldıkları lokma büyükten de büyük, yüceden de yüce, aşağılıktan da aşağı.

Ruhumuzu kurtar. Hemen. Tamamen kaybolmadan, kurtar.